7. ÜNİTE KLASİK ÇAĞDA OSMANLI TOPLUM DÜZENi
TOPLUMUN HARCI, MİLLET SİSTEMİ
Osmanlı Devleti’nde toplum; dinleri, dilleri ve ırkları bakımından farklı
kökenlerden meydana gelen insanlardan oluşmuştur. Osmanlı toplumu dinî inançlar
esas alınarak Müslümanlar ve gayrimüslimler şeklinde iki ana gruba ayrılır.
Müslümanlar, Ümmet-i Muhammed olarak anılmıştır. Gayrimüslim tabiri ise
Hıristiyanları ve Yahudileri ifade eden ve İslamiyet’i din olarak kabul
etmeyenler için kullanılmıştır.
Osmanlı’da yasal statüleri belirlenmiş dinî cemaatlere millet adı
verilmiştir. İslam hukukundan hareketle ülkesinde yaşayan toplulukları din ya
da mezhep esasına göre teşkilatlandırarak yöneten Osmanlı Devleti’nin bu
modeline millet sistemi denmiştir. Fatih Sultan Mehmet
Dönemi’nde Osmanlıların geliştirdiği millet sistemi sayesinde ülkede yaşayan
çeşitli dinlere, mezheplere ve ırklara mensup insanlar, yüzyıllarca İslam kültür
ve medeniyeti içerisinde varlıklarını koruyabilmiştir.
FETHEDİLEN YERLERDE İSLAM KÜLTÜRÜNÜN ETKİSİ
Osmanlı Devleti, fethettiği toprakları geliştirip, refah düzeyini artırarak
Müslüman ve gayrimüslimlerin bir arada ve güvenle yaşamasını amaçlamıştır.
Osmanlılar fethedilen bölgelerdeki Rum, Ermeni ve Yahudilere; yasalara
uydukları, vergilerini ödedikleri, güvenlik ve düzeni muhafaza ettikleri sürece
kendi okul, hastane ve mahkemelerini kurma imkanı verilmiştir.
Fethedilen topraklarda zaman içerisinde bir baskı olmadan Müslüman olan
gayrimüslimler artmış ve Türkçe öğrenmeleri hızlanmıştır.
Osmanlılar, bir şehri fethedince ilk olarak ana kiliseyi camiye çevirmiş ve
ona Ulu Cami adını vermiştir. Şehre kadı ve subaşı tayin etmiştir. Fethedilen
şehirlerde Ulu Cami, Türklerin yerleştiği semtin merkezini meydana getirir, Ulu
Cami’nin yanında ise çarşı, bedesten (Kapalı çarşı) veya arasta (Pazar) denilen
yapılar kurularak bunların etrafında da mahalleler oluşturulmuştur.
Osmanlı Şehirlerinde Yaşam
Şehirlerdeki mahalle halkı; cami ve mescitlerin dışında kahvehane, bozahane
gibi mekânlarda veya düzenlenen panayır ve şenliklerde bir araya gelmiştir.
Düğünler, insanların güzel zaman geçirdikleri şenliklere dönüşmüştür. Düğün,
şenlik, ziyafet ve benzeri konularda “surname” adı verilen
eserler yazılmıştır.
Osmanlı toplumu için dinî törenler de, insanların kaynaştığı bir etkinlik
türüdür. Özellikle Ramazan ayı içinde yapılan eğlenceler, İstanbul’dan yola
çıkan “Surre Alayı” Hac münasebetiyle kutsal topraklara
gönderilen hediyelerin bulunduğu bu alayın yola çıkışı, Ramazan ayını
müjdeleyen önemli bir törendir.
“Hırka-i Saadet” merasimi, Osmanlı sarayının Ramazan ayına mahsus önemli etkinliklerindendir.
Hacivat ve Karagöz oyunları gibi etkinlikler Ramazan ayı eğlencelerindendi.
İstanbul’da ilk kahvehaneler 1554 yılında Tahtakale’de açılmıştır. Her
mahallede açılan kahvehaneler, mahalle ile ilgili kararların alındığı merkezler
hâline gelmiştir. Mevlânâ’nın Mesnevi’si, Yunus Emre Divanı, Taberi Tarihi gibi
edebiyat, tarih ve din konulu kitaplar önce cami ve tekkelerde daha sonra da
kahvehanelerde okunmuş ve çoğunluğu okuryazar olmayan topluluklar tarafından
dinlenmiştir.
Osmanlı Mutfağı
Türk mutfağı çeşit ve lezzet açısından olduğu kadar yiyecek hazırlama ve
pişirme teknikleri, özel gün yemekleri, mutfak araç ve gereçleri açısından da
çok zengindir.
Osmanlı’da Kılık Kıyafet
Osmanlı Devleti’nde kılık kıyafet kültürünün oluşmasında din kuralları,
yaşanılan çevre, sosyal yapı, gelenek ve kanunlar gibi unsurlar etkili
olmuştur.
İslamiyet’ten önce Türk kadın ve erkekleri üstte gömlek ve kaftan,
başlarında börk, kalpak veya takke benzeri başlıklar taşımıştır.
OSMANLI’DA TOPRAK MÜLKİYETİ VE ÇİFTHANE SİSTEMİ
Osmanlı toprak sisteminin temeli İslam toprak hukukuna dayanmaktadır.
Osmanlı Devleti toprak sistemini oluştururken kendinden önceki Türk İslam
devletlerinin toprak sisteminden (İkta Sistemi) yararlanmıştır.
Fethettikleri yerlerde önceden uygulanan örf ve âdetler ile hukuki durumu
dikkate alan Osmanlılar, her bölgenin özelliğine göre düzgün bir sistem
oluşturmaya çalışmıştır.
Not: Osmanlı toprak sistemine bakıldığında arazi genel olarak mirî, mülk ve
vakıf olmak üzere üçe ayrılmıştır.
Mirî arazi: Mülkiyeti devlete ait olan topraklardır.
Dirlik Sistemi (Tımar Sistemi) : Mirî arazi içindeki en geniş
topraklardır. Maaş karşılığı verilen dirlik toprakları gelirine göre has,
zeamet ve tımar olarak üçe ayrılırdı.
Arpalık: Saray adamlarına ve ilmiye sınıfından bazı yüksek rütbeli kişilere
çalıştıkları süre içinde maaşlarına ek olarak verilen arazilerdir.
Paşmaklık Arazi: Padişahın annesi, kızları veya kız kardeşleri gibi
saray kadınlarına verilen arazilerdir.
Yurtluk ve Ocaklık Topraklar: Bir bölgenin Osmanlı Devleti’ne
katılmasında etkili olan ve devlete sadakatle bağlılıklarını bildiren mahallî
beylere verilen arazilerdir.
Malikâne: Osmanlı Devleti’nin; fetihleri kolaylaştırmak ve teşvik etmek için
seferlere katılan önemli komutanlara, dervişlere ve ahilere fethedilen
ülkelerde verilen topraklardır.
Mukataa: Osmanlı maliyesinin vergi toplama biçimlerinden biri mukataa, geliri
doğrudan merkez hazinesine giden mirî arazileri de ifade eder. Uzak eyaletlerde
bulunan Mukataa Arazilerin vergileri toplamak için İltizam sistemi
uygulanmıştır.
Mülk arazi: Mülkiyeti kişilere ait olan topraklardır. Mülk arazi öşrî ve haraci olmak
üzere ikiye ayrılıyordu.
Öşrî Topraklar: Fetihlerden önce sahipleri Müslüman olan veya fetih sırasında
İslam’ı kabul eden kişilere ait topraklara öşri topraklar denilmektedir.
Haracî Topraklar: Mülkiyeti gayrimüslimlere ait topraklardır.
Çifthane: Osmanlılarda Bir çift öküzün işleyebileceği topraklara verilen
adlar. Osmanlılar, devlete ait toprakları bu sistemle köylülere kiraya vermiş
ve bu şekilde Osmanlı sınırları içerisinde feodal oluşumları engellemek
istemiştir. Bu sistem sayesinde toprakların büyük kısmının mülkiyetini devlet
elinde tutmuştur. Bir çift öküzün işleyebildiği arazilerin
tümüne çiftlik, köylü ailesine ise hane denmiştir.
Çiftçinin elindeki araziyi satması, hibe veya vakfetmesi yasaktır.
Çifthane sistemi, toprakların büyük çiftlikler hâline getirilmesini önlemiş
ve ekonominin temeli olan tarımın belirli ellerde toplanmasına izin
vermemiştir.
İşlediği toprağını haklı bir neden olmaksızın terk ederek başka yerlere göç
eden veya başka işlerle uğraşmaya başlayan dolayısıyla arazisini üç yıl boş
bırakan kimselerden “çiftbozan resmi” adı altında bir vergi
alınmıştır.
Not: Tahrir defterleriyle kayıt altına alınan arazilerden “çift
resmi” adı altında vergi alınmıştır.
LONCA TEŞKİLATI
Osmanlı ekonomisinin üretim sisteminde Lonca Teşkilatı’nın ve narh
uygulamasının rolü büyüktü. Loncalar, İslam toplumlarında uzun bir geçmişe
sahip olan fütüvvet ve Ahilik teşkilatının zamanla değişikliğe uğramış bir
devamıdır.
Lonca Teşkilatı şehrin nüfusuna göre üretim miktarının ayarlanması ve
ürünlerin fiyatlarının belirlenmesinde etkiliydi. Bu teşkilat içinde her iş
kolunun başında o koldaki ustalar tarafından seçilen bir şeyh, bir kethüda ve
bir yiğitbaşı bulunurdu.
Bu kişilerin; mesleğe çırak kazandırmak, hammadde temin ederek üyelere
dağıtmak, üretilen malların standartlara uygunluğunu kontrol etmek ve meslek
mensupları arasında dayanışmayı sağlamak gibi görevleri vardı.
Osmanlı Devletiʼnde fiyatları denetim altında tutmak amacıyla ilk
dönemlerden itibaren narh uygulamasına başvurulmuştur. Narh uygulaması ile bir
malın en fazla veya en az kaç paraya satılabileceğini devlet tarafından
belirlenirdi. Narha riayet etmeyenler, eksik ve hatalı mal satanlar ise
cezalandırılırdı.
Osmanlıda Mesleki Eğitim ve Meslek Grupları
İslam dünyasındaki fütüvvet anlayışının sonucu olarak ortaya çıkan Ahilik
ve Lonca Teşkilatları toplumsal hayatta önemli rol üstlenmişlerdir. Anadolu’nun
her şehir ve kasabasında bulunan Ahiler; güvenliği sağlar, gezgin ve
misafirlere ziyafet verir, türkü ve oyunlarla halkın hoş vakit geçirmesini
sağlar, ihtiyacı olanlara yardımda bulunurdu.
İlk Türk İslam Devletlerinde görülen Ahilik teşkilatının görevini
Osmanlılarda Lonca teşkilatı üstlenmiştir. Osmanlı Devleti’nde vasıflı eleman
ihtiyacı, küçük yaşta alınan çocukların Lonca Teşkilatı içerisinde
yetiştirilmesiyle karşılanmıştır. Meslek öğrenmek üzere bir ustanın yanına
çırak olarak verilen çocuklar önce kalfalığa sonra da ustalığa terfi
ettirilmiştir.
Gedik, Osmanlılarda esnafın bir mesleği yapabilme yetkisi veya günümüzdeki
adıyla işyeri açma ruhsatına verilen ad.. Ustalar içerisinde mesleğinin
inceliklerini en iyi bilen seçkinler grubuna ihtiyarlar ya da esnaf ihtiyarları
denirdi. Bunlar gerek esnaf içerisinde gerekse devletle olan ilişkilerde ön
plana çıkan kişilerdi. Osmanlı Devleti’nde birçok alanda hizmet veren loncalar
ve bu loncalara bağlı dükkânlar vardı.
16. yüzyılın sonlarında faaliyet gösteren esnaf gruplarından bazıları
şunlardır:
Mesleklerin Görevleri
Kazzazlar : İpek işleyen ipek satan kişiler.
Hallaçlar: Yünü veya pamuğu yay veya tokmak gibi bir araçla kabartma, ditme işini
yapan kişiler.
Nalçacılar: Ayakkabının altına nal çakan kimse.
Nalbantlar: Hayvanların ayağına nal çakan kimse.
Muytablar: Kıl dokuyan kıldan eşya yapan kimseler.
Palanduzlar :Palan, bir çeşit semer diken kimseler.
Neccarlar :Kaba ağaç işi yapan bir çeşit marangoz.
Bennalar: Bina yapan kimse inşaatçı.
Kahhâller :Göz hekimleri.
Debbâğlar: Deriyi terbiye eden tabaklayan kullanıma hazırlayan kişiler.
Kebeciler: Yünden veya kaba kumaştan kalın kilim, ceket, palto, aba yapan kişiler.
Simkeşler: Gümüş tel, sim işleyen zanaatkarlar.
Bezzâzlar: Pamuk, Yün, ipek bez imal eden kumaş işi yapan kişi.
Dülbentçiler :Pamuklu, ince ve seyrek dokunmuş hafif ve yumuşak bez
işi yapanlar.
Not: Ticari mallar, bazen üretildiği yerde tüketiciye ulaşırken bazen de gemi
veya kervanlarla başka ülkeler ulaşırdı.Ticari malın bu yolculuğunda mola
verdiği veya sona ulaştığı mekânlar; limanlar, kervansaraylar, hanlar,
kapanlar, bedestenler, çarşılar ve pazar yerleridir. Çarşılar; şehir içinde
alışverişin yapıldığı, her dönem canlı ve göz alıcı mekânlardır.
Not: Osmanlılarda çarşı, genellikle bedesten adı verilen kapalı mekânlardaki
dükkânların etrafında toplanmıştır. Liman kentleri, dünya ekonomisinin en
önemli birimleridir. İstanbul, İzmir, Trabzon, İskenderun, Mersin, Beyrut ve
Selanik gibi kentler; 19. Yüzyılda Osmanlı’nın önemli liman kentleridir.
OSMANLI’DA VAKIF MÜESSESESİ
İslam tarih ve medeniyetinde önemli bir hayır müessesesi olarak kabul
edilen vakıf; bütün İslam ülkelerinin sosyal, ekonomik ve kültürel hayatında
son derece etkili olmuştur.
Vakfın temelini insanlığa karşı şahsi ve vicdani sorumluluk hissi, iyilik,
şefkat, yardımlaşma ve dayanışma duygusu gibi değerler oluşturmuştur.
Osmanlı Devlet’inde toplumdaki sosyal dengenin sağlanmasında etkili olan
vakıflar; sosyal barışın ve adaletin korunmasında devlet, toplum ve fert
ilişkisinin olumlu yönde gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
İslam Medeniyetinde; cami, imarethane, medrese, şifahane, hamam ve
kervansaray gibi dinî ve sosyo-ekonomik tesisleri vakıflar yoluyla
yaptırmıştır.
Osmanlı Devleti, hayırseverleri teşvik edici bir rol üstlenmiş padişahlar
başta olmak üzere hanedan üyeleri ve birçok devlet adamı da çeşitli vakıflar
kurmuştur.
Sahibi bulunduğu bir mülkü toplumun yararına ebedî olarak tahsis eden yani
vakfeden kişiye vâkıf, vakfedilen mala mevkuf denirdi.
Vakfın işleyişini, amaçlarını anlatan ve vakfın tüzüğü kabul edilen
vakfiyenin, kadının onayından geçmesi gerekirdi.
Vakıf Kültürü
İstanbul, hayrat külliyelerinden oluşan bir şehirdi. Osmanlı külliyeleri
sadece ibadet yeri, öğretim merkezi veya fakir barınağı değildi.
Osmanlı Devleti’nde sosyal hayatta bilinen vakıfların yanında ayrıntı gibi
görünen pek çok alanda hizmet veren vakıflarda vardır.
Öksüz ve Yetim Çocukları Barındıran Vakıf’tan, Âmâlara Hizmet Eden Vakıf’a;
Sokak Hayvanlarına Ekmek Veren Vakıf’tan, Kadın Sığınma Evi Vakfı’na; Sosyal
Güvenlik Vakfı’ndan, Ölçü ile Ekmek Dağıtan Vakıf’a kadar pek çok vakıf kurulmuştur.