4. ÜNİTE: BEYLİKTEN DEVLETE OSMANLI MEDENİYETİ
ANADOLU’NUN KANDİLLERİ
Tasavvuf: İslam dininde yer alan ahlaki esasları hayata geçirmeyi amaçlayan
yaşam biçimine verilen ad. Bu yaşam tarzında dünyevi işlerden çok manevi dünya
merkeze alınmaktadır. Tasavvufla ilgilenen kişilere mutasavvıf adı verilir.
Türklere İslamiyet’i tanıtan, sevdiren önemli mutasavvıflara örnek vermek gerekirse,
Ahmet Yesevî
Karahanlılar zamanında Kazakistan’da yaşamış olan dönemin önemli şair,
yazar ve mutasavvıflarından biridir. Yesevi Tarikatının kurucusu olan Ahmet
Yesevi, yazmış olduğu ''Divanı Hikmet'' adlı eseriyle İslam inancı ile Türk
Kültürünü sentezlemiştir. “Hakkı bilmek için ilk önce kendini bilmek” ve
“Ölmeden önce ölmek” anlayışıyla hareket etmiştir.
Mevlana Celaleddîn-î Rumi
Öğretisinde insanlara iyiliği, alçak gönüllüğü, cömertliği, merhametli ve
doğru olmayı öğütleyen Mevlana, Anadolu Selçuklu Devletinde yaşamış olan önemli
mutasavvıflardan biridir. 1207’de Afganistan’ın Belh şehrinde dünyaya gelen
Mevlana, 1273’de Konya’da hayatını kaybetmiştir.
Yunus Emre
Irk, din ve dil ayrımı yapmadan tüm insanlığa yönelik öğretiler geliştiren
Yunus Emre, Anadolu Selçuklu Devletinin son dönemlerinde ve Osmanlı Devletinin
kuruluş yıllarında Anadolu’da yaşamış olan Mutasavvıflardan biridir.
Yunus Emre’ye göre, ilimden asıl amaç, insanın kendini tanıması ve
olgunlaşmasıdır. Sevgi üzerine kurulu düşünce dünyası oluşturan Yunus Emre,
yaşadığı döneme damga vurmuştur.
Hacı Bektâş-ı Velî
İnsana hizmeti en büyük ibadet sayan Hacı Bektaşı
Veli, Toplumsal dayanışmayı ve yardımlaşmayı kurmaya çalışmıştır.
Öğretisinin temeli akıl ve bilgiye dayandırır ve kimseyi herhangi bir
özelliğinden ötürü diğerinden üstün tutmamıştır.
İran’da dünyaya gelen Hacı Bektaşı Veli,13. Yüzyılda Anadolu'da sosyal
yapının gelişmesinde önemli katkılarda bulunmuş bir mutasavvıftır.
Hacı Bayrâm-ı Velî
Nefsin olgunluğunu önemli saymış, olgunluğa erişmek ve kendini tanımak gibi
öğretileri dile getiren Hacı Bayramı Veli, Osmanlı Devletinin kuruluş döneminde
yaşamış olan mutasavvıflardan biridir.
Hacı Bayramı Veli’nin türbesi Ankara’da bulunur.
Ahi Evran
Ahi teşkilatının kurucusu olan ve kişinin kötü huylarından arınıp iyi
huylar kazanmasını hedefleyen Ahi Evran, Toplumun mutluluk ve refahı için bütün
sanat dallarının gerekliliğini savunmuş, sanat erbaplarının bir araya gelerek
sanatlarını icra etmelerini tavsiye etmiştir.
OSMANLI DEVLETİ’NDE ASKERÎ SINIF
Osmanlı toplumu; yönetenler (askeri sınıf) ve Yönetilenler (Halk-reaya)
olmak üzere ikiye ayrılır. Yönetilenler sınıfı, devlete vergi öder, yönetenler
sınıfı ise vergiden muaftır. Yönetilen (Reaya) sınıfı, üretim yapar. Yönetenler
(askeri) sınıfı ise Osmanlı hukukunu uygulayarak ülkede adaletin hüküm
sürmesini ve halkın refahını sağlar..
Osmanlı toplumunda Yönetenler sınıfı kendi arasında Seyfiye, Kalemiye ve
İlmiye olmak üzere üç sınıfa ayrılırdı.
Seyfiye (Kılıç ehli): Yönetimden sorumlu ve Askerlik işleriyle ilgilenen
kesime verilen ad.
Kalemiye: (Kalem ehli): Osmanlı Bürokrasisi olarak da adlandırılan bu sınıf
Diplomasi, yazışma, atama gibi görevleri yürütürler.
İlmiye (Beyaz yakalılar): Dini ve İlmi faaliyetlerle ilgilenen kesime
verilen ad.
Osmanlıda İlim ve İlmiye Sınıfı
İlmiye (Ulema) sınıfı; Eğitim-öğretim faaliyetleri, idari ve adli
hizmetlerle ilgilenmişlerdir. Müderris, kadı, müftü, Şeyhülislam İlmiye sınıfına
mensup devlet görevlileridir.
Kadı; Osmanlılarda Kazaların yönetiminden sorumlu olan ve Şeri Mahkemelere
başkanlık eden devlet görevlisine verilen ad. Kazalarda hem Kaymakam, hem
Belediye Başkanı ve hem de Hakim'i olarak görev yapardı. Kadıların idari,
belediye, askerî, mali ve noterlik alanlarında da görev ve yetkileri bulunurdu.
Vakıfların denetçisi de olan kadılar; asayiş kuvvetlerinin, belediye
hizmetlilerinin ve zabıta görevlilerinin de amiriydi. Kadılar evlenme, boşanma,
veraset meselelerinde; merkezden gelen emirlerin tasdiki ve mahkeme
kayıtlarının tutulmasında, her türlü akdin kaydedilmesinde, divanın emirlerinin
halka bildirilmesinde ve sefer esnasında idaresinde bulunduğu yerde ordunun
ihtiyaçlarının görülmesinde sorumlu ve yetkiliydi.
Müderris: Medreseler görev alan öğretmenlere (öğretim görevlisi) verilen ad.
Müftüler ve şeyhülislamlar toplumun inanç ve ibadetleriyle
ilgili sorunların çözülmesi ve devlette şeriatın uygulanmasından sorumlu idi.
Kanuni Dönemi’nde müftüler de kadılar gibi teşkilatlandırılmış ve
şeyhülislamlık makamı ortaya çıkmıştır. Ebu’s-Suud Efendiʼden itibaren Rumeli kazaskerliği yapanlar şeyhülislamlık makamına
atanmıştır. Şeyhülislamlar, dinî konular dışında zamanla örf, âdet ve
geleneklerle ilgili hususlarda, kiliselerdeki seçim ihtilaflarını halletme
konusunda, mühim devlet işlerinde de, savaş ilanında, barış yapılmasında,
ıslahatların uygulanmasında fetva makamı olmuştur.
Kazasker: Osmanlılarda Din, Hukuk ve Eğitim işlerinden sorumlu olan Divanı Hümayun
üyesine verilen ad. Osmanlılarda Kadılar ile Müderrislerin atanması, denetimi
ve terfisi Kazaskerlerin sorumluluğunda bulunmaktaydı.
Medreseler ve Tekkeler
Osmanlı Devleti’nde ortaöğretim ve yükseköğretim düzeyinde eğitim veren
medreseler, İslami ilimleri üst düzeyde öğreterek insanların yararına sunmayı
amaçlamıştır. Medreselerde tefsir, hadis, kelam ve fıkıh gibi temel İslami
ilimlerin yanında matematik, astronomi, fizik, mantık ve felsefe gibi akli
ilimler de okutulmuştur. Medreseler; Osmanlı Devleti’nde âlimlerin
yetiştirildiği, bilginin üretildiği yerdir.
Orhan Bey’den itibaren diğer padişahlar da Bursa ve Edirne’de çeşitli
medreseler yaptırmıştır. Fatih’in yaptırdığı Sahn-ı Seman Medreseleri ve Kanuni
Sultan Süleyman döneminin Süleymaniye Medreseleri önemli kurumlardır.
Tekke ve zaviyeler; Medrese eğitiminden farklı olarak daha çok
halkın din eğitimini ve mensuplarının nefs terbiyesini esas alan eğitim ve
bilgi üretiminin yapıldığı diğer kurumlardır.
Akşemseddin (?-1459)
II. Murat ve II. Mehmet döneminde yaşamış olan Akşemseddin, İstanbul’un
fethi sırasında, padişahın ve ordunun manevi gücünün yükseltilmesini sağlamış
ayrıca Osmanlıda siyasi ve ilim tarihinde önemli bir yere sahiptir.
Ayasofya’da kılınan ilk cuma namazında hutbeyi okumuş, hastalıkların
kalıtımsal yolla ya da mikrop yoluyla geçtiğini öne sürmüştür.
Ali Kuşçu (?-1474)
Timur hükümdarı Uluğ Bey’in ve Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın
himayesinde kalmış olan Ali Kuşçu, Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı
Devletinin hizmetine girmiş bilim insanıdır.
Semerkand’da Matematik ve gök bilimi (Astronomi) üzerine eğitim alan Ali
Kuşçu’yla beraber Osmanlı medreselerinde, özellikle gök bilimi ve matematik
alanında büyük gelişmeler başlamıştır.
Osmanlı Devleti’nde Hoca Sinan Paşa, Molla Lütfi ve Mehmet (Mirim) Çelebi
gibi kıymetli gök bilimcilerinin yetişmesini sağlamıştır.
Uluğ Bey (1394-1449)
Timur’un torunu olan Uluğ Bey, hem hükümdarlık hem de bilimsel çalışmalarıyla
tanınmış tarihi şahsiyetlerinden biridir.
Matematik ve gök bilimine ilgi gösteren Uluğ Bey, Semerkand Medresesi’ni
kurmuş; devrin en büyük rasathanesi olan Semerkand Gözlemevi’ni de
yaptırmıştır. Uluğ Bey ayrıca, Ali Kuşçu’ya da hocalık yapmıştır.
Astronomi bilimiyle alakalı “Zîc-i Uluğ Bey” adlı eserini yazmıştır.
HALK KÜLTÜRÜ VE EDEBİYAT
Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Dönemi’nde ortaya çıkan sözlü ve yazılı
edebiyat ürünleri, Türkiye Selçukluları ve Beylikler döneminin kültür
dünyasıyla benzerlik gösterir. Anadolu’da 12. Yüzyıldan itibaren farklı sınıf
ve seviyeden insanlar; hikaye dinleyerek, kukla ve taklit izleyerek, nükte ve
şaka yaparak gülüp eğlenirdi. Türkiye Selçuklu ve Anadolu beyliklerinin saraylarında
nedim, komik, taklitçi, ozan ve şairler bulunurdu.
Osmanlı Devleti, çeşitli etnik ve dinî kökenden halkların ticari, sosyal,
kültürel, dinî ve bilimsel etkinliklerini sürdürdüğü bir devlettir. Bu sebeple
Osmanlı Devleti’nde, geniş ve zengin bir kültürel birikim oluşmuştur. Farklı
kültürlerin katkılarıyla oluşan bu birikim, tarih boyunca yazılı veya sözlü
olarak kuşaktan kuşağa aktarılmıştır.
Osmanlılarda Kültürün yazılı olarak aktarılmasında çoğunlukla ferman,
berat, ahitname gibi devlet yayınları ile telif veya tercüme kitap, risale ve
minyatür vb. kullanılmıştır.
·
Not: I. Murad tarafından Bursa’da kurulduğu ifade edilen kütüphane, ilk saray
kütüphanesi olarak nitelendirilir.
II. Murad, Türk diline önem veren bir padişahtır, Türkçe eserler yazdırdığı
gibi birçok yabancı eserin de Türkçeye tercümesini sağlamıştır. Danişmentli ve
Selçuklu devirlerindeki Fars kültürünün etkilerini unutturmak için çalışmıştır.
Türk diline ait önemli eserler olan Yazıcızade Ali’nin “Tevarih-i Al-i
Selçuk”u; Molla Arif Ali’nin “Danişmendname”si; Şeyhi’nin “Hüsrev ve Şirin”i;
Mercimek Ahmet’in “Kabusnâme”si; Yazıcızade Mehmet Efendi’nin “Muhammediyye”
adlı eseri II. Murad Devri’nde yazılmıştır.
Not: Aşık Paşa’nın yazdığı “Garipname” adlı eser Türkçe yazımı teşvik edilen
eserlerdendir.
FETİHLE GELEN DÖNÜŞÜM
İslamiyet öncesinde konar-göçer olan Türkler zamanla yerleşik hayatı
benimsemiştir. Yerleşik hayat süren Osmanlılar İstanbul’da ve Anadolu’da; bir
çok cami, medrese, mescit, han ve hamam gibi yapılar imar etmiştir.
Osmanlı Devleti’nin fethettiği şehirlerde Türkler, Bizans mahalleleri
dışında kendi mahallelerini kurdu. Osmanlı’da mahalle, birbirini tanıyan bir
ölçüde birbirinin davranışlarından sorumlu, sosyal dayanışma içinde olan
kişilerden oluşmuştur. Osmanlı Dönemi’nde Filibe, Sofya, Belgrad, Üsküp,
Manastır, Köstence ve Rusçuk birer küçük kasaba veya köy zaman içerisinde büyük
şehirler hâline gelmiştir.
Osmanlılarda El Sanatları
Osmanlıların büyümesiyle birlikte Şehirler; mimarisiyle, zanaat, sanat ve
kültür faaliyetleriyle birer yaşam merkezi haline gelmiştir. İznik, Bursa,
Edirne ve İstanbul, Osmanlı sanat ve mimarisinin beşiği olmuştur.
Osmanlı ahşap ve taş işlemeciliği, dokumacılık, çinicilik ve hat sanatları
yeni bir ifade ve anlatım zenginliği kazanmıştır. Nakkaşlar, kuyumcular,
katipler, ciltçiler, çiniciler, kumaş dokuyucuları gibi sanat ve zanaat
grupları, kendi içlerinde birer eğitim kurumu gibi çalışmıştır.
Bu meslek gruplarının ustaları, Ahilik teşkilatına bağlı olarak loncalar
oluşturmuş ve “esnaf şeyhleri” tarafından yönetilmiştir.
Ahşap işlemeciliği, Osmanlılar Devri’nde daha ziyade geometrik
yıldız motifleri ile fildişi ve sedef kaplamalı olarak yapılmıştır.
Taş süsleme sanatı, XV. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde hızla gelişme
göstermiştir. İlk dönem Osmanlı mimarisinde taş işlemeciliği, örnekleri Bursa
Yeşil Camii yüzey süslemesinde ve Edirne Eski Camii minberinde görülmüştür.