İLK TÜRKLERDE
EĞİTİM-BİLİM
İlk Türk devletlerinin
yaşam biçimleri, onların eğitim anlayışlarını ve eğitim uygulamalarını da
şekillendirmiştir.
İlk Türk devletlerinde
verilen eğitimde töre önemli bir yere sahip olmuştur.
Konargöçer hayat yaşayan ilk Türk toplulukları, sürekli savaş
tehlikesiyle karşı karşıya oldukları için savaş sanatını iyi bilirlerdi. Ata
binme, ok atma ve kılıç kalkan kullanma gibi eğitimler, çocuk yaşlardan
itibaren disiplinli bir şekilde verilirdi.
Göktürklerin eğitim
açısından Türk tarihine yaptıkları en önemli katkı, 38 harften oluşan bir
alfabeyi kullanıp günümüze kadar gelen Orhun Yazıtları’nı bırakmış olmalarıdır.
Orhun Yazıtları, Türk tarihine ait bilinen ilk yazılı eser olması açısından
önemlidir.
Uygurlar Dönemi’nde
yerleşik hayat önem kazanmış, diğer kültürlerle de etkileşim artmış, örgün
eğitim yerleşmeye başlamıştır. Uygurların Manihaizm dinini kabul etmesi,
onların eğitim anlayışını da etkilemiştir. Uygurlar ilk dönemlerinde Orhun
Alfabesi’ni kullanmış, daha sonra da menşei Soğd Alfabesi olan bir alfabe
kullanmaya başlamıştır. Uygurların Karabalgasun Yazıtları Çince, Soğdca ve
Türkçe olarak yazılmıştır.
İlk Türklerin bilimsel
alandaki çalışmalarına genel olarak bakıldığında burada otaçı ve emçi denilen
hekimlerin görev yaptıkları görülür. Bitki ve mineral kaynaklı ilaçlar
kullanarak tedavi eden bu hekimlerin yanında, kam ve baksı adı verilen ve
Şamanizm inancıyla tedavi uygulayan insanlar da vardı.
Türkler, astronomi
alanında da önemli çalışmalar yapmış; Güneş’i, Ay’ı ve yıldızları sürekli
izlemiş ve bunlara çeşitli anlamlar yüklemiştir. On İki Hayvanlı Türk
Takvimi’ni kullanan Türkler, bu takvimi güneş yılını esas alarak hazırlamıştır.
On İki Hayvanlı Türk Takvimi’nde, her yıl bir hayvan ismiyle adlandırılmış, on
iki yıllık zaman dilimi bir devir olarak kabul edilmiştir.
TÜRK İSLAM
DEVLETLERİNDE EĞİTİM VE BİLİM
Türkler kalabalık
gruplar hâlinde İslam dinine geçince İslam dünyası eğitim ve bilim alanında
önemli gelişmeler göstermiştir.
Karahanlıların bilimsel
faaliyetleri desteklemesiyle Buhara, Semerkant, Taşkent, Balasagun, Kaşgar gibi
şehirler bilim ve kültür merkezi hâline dönüşmüştür.
Karahanlılarda
birbirinden değerli düşünür ve bilim insanları yetişmiştir. Bu bilginlerden
Kâşgarlı Mahmud, ilk Türk haritacısı ve filoloğudur. Yusuf Has Hacip, bu
dönemin diğer önemli düşünürü ve fikir adamıdır. Yusuf Has Hacip’in yazdığı
Kutadgu Bilig adlı eser, önemli bir siyasetnâme ve nasihatnâmedir.
İlk Selçuklu medresesi
1040 yılında Tuğrul Bey tarafından Nişabur’da kurulmuş, Alparslan Dönemi’nde
ise medreseler yaygınlaştırılmıştır. Selçuklularda öğretim ücretsiz hâle
getirilmiş ve öğrencilere maaş bağlanmıştır.
Ünlü vezir Nizamülmülk,
kendi adını taşıyan medresesine önemli bilim insanlarını toplayarak çok geniş
bir kütüphane kurdurmuştur. Alparslan Dönemi’nde Bağdat’ta Nizamiye Medreseleri
adıyla anılacak ve Türk eğitimini uzun yıllar etkileyecek kurumlar açılmıştır.
Bu kurumlarda dinî bilgilerle birlikte pozitif bilimler de okutulmuştur.
Kervansarayların ilk
örneği olan ribatlar, Karahanlılar döneminde büyük merkezlerde sadece
savaşçılar için yapılmışken daha sonraki dönemlerde İslam ilimleri ile uğraşan
gençlere de kapılarını açmıştıır.
Selçuklularda tıp
eğitimi çoğunlukla şifahanelerde yapılıyor, astronomi ise rasathanelerde
öğretiliyordu. İlk Türk İslam devletlerinde Kıble’nin yönü ve ibadet
saatlerinin düzenlenmesi açısından astronomi bilimine ayrı bir önem verilmiştir.
Melikşah Dönemi’nde
kurulan rasathanede ünlü astronom ve matematikçi Ömer Hayyam çalışmalar yapmış,
bu çalışmalar sonucunda Celalî Takvimi oluşturulmuştur.
Türkiye Selçukluları,
Büyük Selçuklularda olduğu gibi eğitim öğretime gereken önemi vermiş,
Anadolu’da medreseler açarak medrese geleneğini devam ettirmiş ve bilimin
gelişmesine katkı sağlamıştır. Tıp biliminde önemli gelişmeler gösteren Türkiye
Selçukluları, Anadolu’nun birçok şehrinde şifahaneler açarak cüzzamlıları da
tedavi etmeye çalışmışlardır.
El-Cezeri, bu dönemde
mühendislik alanında önemli gelişmeler yaşanmasını sağlayan ünlü bir
mühendistir. El-Cezeri, günümüzde haberleşmede kullanılan denge kurma ve
ayarlama bilimi olan sibernetikin kurucusu olarak kabul edilir. Su çarkı ile
işleyen tulumba El-Cezeri’nin yaptığı makinelerden sadece bir tanesidir. Bu makine
modern mühendisliğin gelişmesine doğrudan katkıda bulunmuştur. Cezeri’nin en
ünlü makinesi filli su saatidir.
Anadolu Selçuklularda
Ahilikte mesleki eğitim ile genel eğitim bir bütünlük içerisinde yürütülmüştür.
AHİLİKTE; Mesleki eğitim çocuğun velisinin izni ile yapılır, çocuk on
yaşına kadar bir ustanın yanında yamak olarak çalışırdı. İki yıl ücretsiz
olarak yamaklık yapan çocuk, bir törenle çıraklık eğitimine başlardı. Çıraklık
eğitimi üç yıl sürerdi. Çıraklık süresini tamamlayan çocuklar, meslekleri ile
ilgili bir sınava tabi tutulurdu. Bu sınavda başarılı olan çıraklara kalfalık
unvanı verilirdi. Kalfalık genelde üç yıl sürerdi. Kalfa olan kişi bu süre
içerisinde her türlü güveni sağlarsa kalfa ustalığa yükselirdi. Ustası, mezun
olan öğrencisine şed (kuşak) bağlar, kendisine şed bağlanan kalfa, dükkan açma
hakkına sahip olurdu.
NOT: Ahilik eğitim sisteminde insan bir bütün olarak ele alınmış,
kişiye yalnız mesleki bilgi değil din eğitimi, ahlak bilgisi ve sosyal bilgiler
de verilmiştir.
EĞİTİM VE BİLİM
KUTADGU BİLİG:
İlk Türk İslam edebî
eseri olarak kabul edilen Kutadgu Bilig’de, mutluluğun temel şartının bilgiye
bağlı olduğu ifade edilmiştir. Bu kitaba göre insan bilgili olursa uygun
davranışları anlar ve yapar. Uygun davranışları yapan kişi de mutlu olur. Yusuf
Has Hacip; “Arapça ve Farsça kitaplar çoktur. Bizim dilimizle bütün hikmetleri
toplayan (kitap) budur. Bu Türkçe koşukları yazdım sana, okurken unutma dua kıl
bana.” diyerek Türkçeye verdiği önemi belirtmiştir. Herkesin anladığı bir
Türkçe ile yazılan bu eser, İslam öncesi Türk dilinin gücünü de göstermektedir.
DİVAN-I LÜGATİT TÜRK:
Kaşgarlı Mahmud’un
yazdığı Dîvan-ı Lügat’it Türk adlı eser, Araplara Türkçe öğretmek amacıyla
yazılmış ve eğitim tarihimizin en önemli eserleri arasında yer almıştır. Bu
eser sadece bir sözlük değil, Türklere ait ilk haritanın da yer aldığı ve kadim
Türk kültürünün anlatıldığı bir eserdir. Kaşgarlı Mahmud, Türk Dili’nin önemini
anlatmak için günlük hayattan, atasözlerinden ve manzum eserlerden alıntılar
yaparak eserini zenginleştirmiştir.
NOT: Karahanlılar Dönemi’nde yaşayan Yusuf Has Hacip ve Kaşgarlı
Mahmud’un çalışmaları, Türk Dili’nin gelişip zenginleşmesi, dil birliğinin
sağlanması ve Türkçenin o dönemde bilim dili olduğunu göstermesi bakımından
önemlidir.
TÜRK İSLAM DEVLETLERİ BİLİM İNSANLARI
HAREZMİ (?-847)
Cebir biliminin kurucusu olarak kabul edilen Harezmi, matematikçi, astronom ve coğrafyacıdır. Avrupa’da Alkarismi olarak bilinmektedir. Cebiri geometride kullanarak analitik geometrinin temelini oluşturmuştur. En önemli eserleri Kitâbü’l Hisâbi’l-Hindi ve Kitâbü’l Muhtasar fi hisâbi’l cebr ve’l mukâlebe’dir.
FARABÎ (870-950):
Türkistan’ın Farab
şehrinde doğduğu sanılan Farabî, iyi bir eğitim görmüş, fizik, astronomi,
mantık, müzik ve siyaset gibi alanlarda eserler vermiştir. Aristo mantığını en
iyi kavrayan ve açıklayan kişi olduğu için ikinci öğretmen anlamına gelen
Muallim-i Sâni unvanıyla anılmıştır. İhsâ’ül-Ulûm adlı eserinde bilimleri
sınıflandırmış, bu nedenle de İslam dünyasında bilimleri sınıflara ayıran ilk
kişi olarak tarihe geçmiştir. Musiki kitabı da yazmış olan Farabî, Batı
dünyasında Alfarabius (Elfarabyus) olarak bilinmektedir.
İBNİ SİNA (980-1037):
Buhara yakınlarındaki
Efşene köyünde doğmuştur. Eğitimine Kur’an ve edeb ilimlerini öğrenerek
başlamıştır. Fıkıh, mantık, astronomi ve felsefe de okuyan İbni Sina, 16
yaşında tıp eğitimine başlamış ve kendisine başarılardan dolayı eş-şeyhü’r-reîs
unvanı verilmiştir. Batı’da ise Avicenna (Avisenna) olarak bilinir. Bulaşıcı
hastalıkların gözle görülmeyen minik kurtçuklardan (mikrop) kaynaklandığını
tespit etmiş, kan dolaşımının nasıl gerçekleştiğini açıklamış ve başarılı
ameliyatlar gerçekleştirmiştir. İbni Sina’nın El-kânûn fi’t-tıbb adlı kitabı
Batı’da uzun bir süre ders kitabı olarak okutulmuştur.
BÎRÛNÎ (973-1048)
973 yılında Harezm şehrinde doğmuştur.
Astronomi, matematik, fizik, tıp, coğrafya ve tarih konularında önemli eserler
vermiştir. Batı’da Aliboron adıyla anılmaktadır. Ayrıca jeodezi (yeryüzü
bilgisi) biliminin kurucusu kabul edilir. Gazneli Mahmud’un Hint seferlerine
katılmıştır. En önemli eseri, El Asarü’l Bakiye’dir. Bu önemli eserinde çeşitli
toplumların kullandıkları takvimleri, ay ve yıllardaki farklılıkları, dinî gün
ve bayramların tarihlerini incelemiştir.
EL HAZİNİ (?- 1155)
12. yüzyılda İran’da yaşamış olan astronom ve mekanikçidir. Sultan Sencer’e sunduğu astronomi kitabında çeşitli şehirlerin enlem ve boylamları, yıldızların konumları ve mükemmel astronomi tabloları vardır. Yaptığı hassas terazi sayesinde metallerin ve taşların saf olup olmadıklarını bulabiliyordu. Bu konuyla ilgili olarak yazdığı eserinin adı Kitabül Mizanil Hikme’dir.
TÜRK İSLAM DEVLETLERİNDE ŞİFAHANELER
Türk İslam devletlerinde ilk şifahaneler Gazneliler
ve Karahanlılar Dönemi’nde yapılmıştır.
Selçuklular, tıp merkezi sayılabilecek hastaneler kurmuştur.
Selçuklular Dönemi’ndeki bu şifahaneler, Haçlı Seferleri sırasında faaliyette
oldukları için dünya hastane tarihi açısından da oldukça önemlidir.
Bimâristan, mâristan ve dârüşşifa adıyla tesis edilen bu hastanelerin
dışında, cüzzam hastaları için miskinler tekkesi denilen cüzzamhaneler de
açılmıştır. Akıl hastalarının Avrupa’da dışlanıp kaderlerine terk edildiği
dönemde, Türkler bu hastalar üzerinde telkin, müzik ve renk ile tedavi
yöntemleri uygulamıştır.
NOT: Günümüze kadar ulaşabilen önemli Selçuklu
şifahaneleri arasında Şam’da bulunan Nureddin Şifahanesi, Divriği’de bulunan
Turan Melik Şifahanesi, Kayseri’de bulunan Gevher Nesibe Hatun Şifahanesi ve
Tıp Okulu yer almaktadır. Gevher Nesibe Hatun Şifahanesi Anadolu’nun İslami
döneme ait en eski şifahanesi ve dünyanın ilk tıp fakültesidir.
OSMANLI DEVLETİ’NDE EĞİTİM VE BİLİM
Osmanlı Devleti’nde eğitime terbiye,
öğretime de genel olarak tâlim (bilgi
kazandırma) denilirdi. Osmanlı eğitim sisteminin hedeflediği insan modeli
bilgili, becerikli, cesur, dayanışmacı, toplum düzenini bozmayan ve değerlerine
bağlı bir insan tipiydi.
NOT: Osmanlı Devleti’nde eğitim sistemi örgün
ve yaygın eğitim olmak üzere iki kısma ayrılırdı.
SIBYAN MEKTEPLERİ, genellikle
mahallelerde ve cami etrafında ilk eğitim yeri idi.
MEDRESELER, Klasik
Dönem Osmanlı eğitim sisteminde orta ve yüksek derece eğitim veren örgün eğitim
kurumlarıydı.
ENDERUN bir saray okulu olduğu
için devletin yüksek dereceli memurları ile seyfiye sınıfı denilen askerî
bürokratlar burada yetişirdi.
Örgün eğitim, belli bir mekânda planlı ve programlı yapılan
eğitimdi. Yaygın eğitim ise örgün eğitim dışında kalan bütün eğitim
faaliyetleriydi.
ÖRGÜN EĞİTİM KURUMLARI
SIBYAN MEKTEPLERİ:
5-6 yaşlarındaki
çocuklara okuyup yazmayı, Kur’an-ı Kerim ve ilmihal bilgisi ile dört işlemden
ibaret olan basit hesap bilgilerini vermeyi amaçlamıştır. Sıbyan mektepleri;
Taş mektep, mahalle mektebi, mekteb, mektephane, muallimhane gibi isimlerle de
anılmıştır.
MEDRESELER;
Orta ve yüksek seviyelerdeki eğitim öğretim kurumlarıydı. Ülkenin ihtiyacı olan kültürü veren ve ihtiyaç duyulan elamanları yetiştiren bu okulların üst kademelerinde, bilim dallarına göre ihtisaslaşma (uzmanlaşma) söz konusuydu. İhtisas medreseleri arasında Darü’l-Hadis ve Darü’l-Tıp gibi alanlar vardı. Medreselerin hocalarına müderris, müderris yardımcılarına muid, öğrencilerine ise danişmend (talebe, suhte) denilirdi.
Osmanlı Devleti’nin ilk medresesi, Orhan Bey tarafından İznik’te kurulmuş ve ilk müderris olarak da Dâvûd-i Kayserî atanmıştır.
Fatih’in açtırdığı Sahn-ı Seman Medresesi ile Osmanlı’da yükseköğretim önemli bir noktaya gelmiştir. Sahn-ı Seman medreseleri müderris, bürokrat ve devlet adamı yetiştirerek toplumun aydınlatılmasında önemli görevler üstlenmiştir
Kanuni Sultan Süleyman Dönemi’nde Süleymaniye Medresesi hizmete girmiş, bu medresenin hizmete girmesiyle birlikte medreselerde yeni düzenlemeler yapılmıştır.
Medreseler Cumhuriyet’in ilanından sonra 3 Mart 1924 tarihinde yürürlüğe giren Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kaldırılmıştır.
Sarayda bulunan eğitim kurumları Enderun, Harem ve
Şehzadegân’dan oluşmaktaydı.
ENDERUN:
Mülkî ve askerî alanda yüksek dereceli devlet memuru yetiştirilmesi amacıyla açılmış olan yüksek eğitim kurumuydu. İlk zamanlar bu okula devşirilen gayrimüslim çocuklar alınırken zamanla Türk çocukları da alınmaya başlamıştır. II. Murat Dönemi’nde kurulan ve Fatih Dönemi’nde teşkilatlandırılan bu okullarda eğitim öğretim 19. yüzyıla kadar devam etmiştir. Enderun Mektebi (İstanbul),Eğitim süresi 5 ilâ 7 yıl arasında değişen Enderun’da sadrazam, vezir ve kumandan seviyesinde yöneticiler yetiştiği gibi hattat, musikişinas ve minyatür ustası gibi sanatkârlar da yetişmiştir.
HAREM:
Osmanlı Devleti’nde padişah ve ailesinin yaşadığı yer aynı zamanda bir eğitim kurumuydu. Saraydaki kadınlar eğitimlerini burada alırdı. Osmanlı’da harem, bir kültür okulu ve nezaket yuvası olarak değerlendirilirdi.
ŞEHZADEGÂN MEKTEBİ:
Saray içerisindeki şehzadelerin okuduğu bir okuldu.
Eğitim öğretim programı sıbyan mektepleri gibiydi. Şehzadeler beş veya
altı yaşlarına geldikleri zaman şeyhülislam tarafından törenle derslere
başlatılır ve muallim-i sultani denilen hocasına teslim edilirdi. Şehzadeler
XVI. yüzyıldan sonra sancağa çıkarılmamış, sarayda kafes denilen dairelerde
yetiştirilmiştir.
ASKERÎ EĞİTİM
Osmanlı Devleti’nde düzenli ordu ilk defa Orhan Bey zamanında oluşturulmuştur. I.Murat Dönemi’nde devletin asker ihtiyacını karşılamak için önce pencik sistemi denilen savaş esirlerinden faydalanma yoluna gidilmiş, bunun sakıncaları görüldükten sonra devşirme usulüne geçilmiştir.
Devşirme sisteminde Hristiyan çocuklar Türk ailelerinin yanına verilir, bu çocuklar burada Türk kültürünü öğrenirlerdi.
Osmanlı Devleti’nde askerî eğitim ve öğretim için Acemi Oğlanlar Ocağı, mehterhane ve cambazhane isminde kurumlar vardı.
Yeniçeri Ocağı’na kayıt ve kabüllerine çıkma (bedergâh) adı verilirdi.
Tımar sahipleri elde ettikleri gelir karşılığında cebelü denen askerlerin eğitimi ile ilgilenir ve savaş zamanı onlarla birlikte orduya katılırdı.
Savaş gemilerinin yapıldığı tersanelerde uygulamalı olarak eğitim gören ve levent olarak adlandırılan askerler de Osmanlı donanmasında görev alırdı.
YAYGIN EĞİTİM KURUMLARI
CAMİLER: Osmanlı Dönemi’nde İslam dininin ibadet
yeri olan camilerde, halka dinî ve ahlaki eğitim verilir, bu eğitime isteyen
herkes katılabilirdi.
TEKKE VE ZAVİYELER: Tekkeler, tarikat mensuplarına dil, din, sanat, musiki,
ahlak ve spor gibi alanlarda eğitim veren yerlerdi. Tekkelerin küçüklerine
ise zaviye denilirdi.
LONCA TEŞKİLATI: Loncalar meslek mensuplarının eğitiminde
bir okul görevi görmüşlerdir.
KÜTÜPHANELER: Kütüphaneler halkın eğitimi açısından
önemli bir yere sahiptir.
SAHAFLAR: ikinci el
kitapların alınıp satıldığı yerlerde halk arzu ettiği zaman buralarda oturarak
istediği kitabı okuma fırsatı bulur, orada ilmî sohbetler de yapardı.
Kıraathaneler, insanların arkadaşlarıyla buluşup sohbet ettikleri yerlerdi.
OSMANLI’DA EĞİTİMİN BOZULMA NEDENLERİ
Osmanlı Devleti’nde Fatih ve Kanuni zamanında zirveye ulaşan eğitim, 16. yüzyılın sonlarına doğru yönetim ve ekonomiye bağlı olarak bozulmaya
Yöneticilerin bilim alanındaki çalışmalara desteğinin azalması
Felsefe ve mantık gibi aklî ilimlerden vazgeçilmesi
Medreselerin kendi iç müfredatının gelişmeyi zorlaştırması
Batı’da eğitim alanında görülen gelişmelerin takip edilememesi
Göçler sonucunda kentlere gelen nüfusun medreselerde barındırılması, yani medreselerin hayır kurumu gibi görev yapmaya başlaması
Rüşvet ve iltimasın yaygınlaşması, çocuk yaştaki kişilere ulema payesinin verilmesi.
NOT: Gelibolulu Ali ve Koçi Bey, eğitimin bozulmasının temel sebebini liyakatsiz insanların göreve getirilmesine bağlamışlardır.
OSMANLI DEVLETİ’NDE BİLİM
Osmanlı Devleti’nde vezirler ve yöneticiler genelde âlimler arasından seçilmiş, padişahlar âlimleri ve bilim adamlarını destekleyip korumuşlardır.
OSMANLI’DA BİLİM İNSANLARI
DÂVÛD-İ KAYSERÎ (1260-1350):
Orhan Gazi zamanında İznik’te kurulan ve Osmanlı’nın ilk medresesi olan medresenin baş müderrisidir. Mısır’da okumuş ve otuz akçe yevmiye ile görevine başlamıştır. Aklî ve naklî ilimlerde ihtisas yapmıştır.
KADIZÂDE-İ RÛMÎ (1337-1421):
Matematik ve astronomi alanları ile ilgilenmiştir. Bursa’daki tahsilinden sonra Molla Fenari’den ders alıp önce Horasan’a, oradan da Türkistan’a giderek eğitimine oralarda devam etmiştir.
SABUNCUOĞLU ŞERAFEDDİN (1386-1470)
Tıpta deneye önem vermiştir. Mücerrebnâme isimli deney kitabında yılan zehrine karşı önce horozlarda, sonra da kendi üzerinde denediği ilacın sonuçlarına yer vermiştir. Cerrahnâme adlı resimli kitabında çeşitli ameliyatlara yer vermiştir.
ALTUNCUZÂDE:
Fatih Dönemi hekimlerindendir. Kendi imal ettiği kalaydan sondalarla idrar tutukluluğuna çare bulmuş ve aynı şekilde mesane ve idrar yolları rahatsızlıklarını tedavi etmiştir.
AKŞEMSEDDİN (1390-1459)
Fatih Sultan Mehmet Dönemi’nin önemli hekim ve bilim insanıdır. Risâletü’n-Nûriyye ve Mâddetü’l Hayât adlı eserleri vardır. Mikrop teorisini bulan kişidir ve ilk kanser araştırmacısıdır.
PİRİ REİS (1475-1555)
İlk Dünya haritasını 1511 yılında çizmiş, bu haritada kıyıları ve adaları gösterip bilinmeyen bölgelerin tanınmasını sağlamıştır. Kitab-ı Bahriye isimli coğrafya eserini 1521 yılında yazmış ve bu kitaba eklediği Dünya haritasını 1528’de Kanuni Sultan Süleyman’a sunmuştur.
TAKİYÜDDİN (1526-1585)
Osmanlı bilim tarihinin en büyük astronomu (gök bilimcisi) olmuştur. Mısır, Şam ve Semerkant astronomi ve matematik okullarını kendi şahsında birleştirmiş; matematik, astronomi, mekanik ve tıp konularında otuzun üzerinde eser kaleme almıştır.
Osmanlı’nın ilk rasathanesini III. Murat Dönemi’nde İstanbul’da inşa etmiştir. Yıldızların enlem ve boylamlarının belirlenmesinde Venüs’ü kullanarak farklı bir hesaplama usulünü keşfetmiştir
KATİP ÇELEBİ (1609-1657)
Bibliyografya konusunda özel çalışmaları olan ve Hacı Halife ismiyle de bilinen ünlü bir Osmanlı bilim insanıdır. Tarih ve coğrafya dalında da önemli çalışmalar yapmıştır. Keşfü’z Zunûn adlı eseri birçok yazar ve kitabı tanıtan bibliyografik bir ansiklopedi niteliğindedir. Cihannüma adlı eserinde ise birçok ülkeyi tanıtmıştır.
HEZARFEN AHMET ÇELEBİ (1609-1640)
IV. Murat Dönemi’nde fen alanındaki engin tecrübeleri ve bilgisi sayesinde meşhur olmuştur. Galata Kulesi’nden Üsküdar’a uçmayı başardığı için Sultan Murat tarafından ödüllendirilmiştir.
LAGARİ HASAN ÇELEBİ
XVII. yüzyılda yaşamış ve insanlık tarihinde ilk kez roketle uçan kişi olarak tarihe geçmiştir.
OSMANLI DEVLETİ’NDE VE AVRUPA’DA ÖRNEK BİLİMSEL ÇALIŞMALAR
TYCHO BRAHE (TİYKO BİRAHE) (1546-1601):
Erken yaşlarda simya ve astronomiye merak salan Tycho Brahe, Avrupa’nın en iyi gözlem evi olan Uraniborg’u kurdu. Yıldızlar ve gezegenlerin aydan uzakta olduğunu gösteren çalışmalar yaptı. Yaptığı aletlerin kullanımını anlattığı bir eseri vardır.
ALİ KUŞÇU (?-1474)
Timur Devleti Dönemi’nde Semerkant’ta yetişmiştir. Türk astronom ve matematikçisidir. Ali Kuşçu, İstanbul’da bir rasat kuyusu ile bir güneş saati yapmış ve birçok öğrenci yetiştirmiştir.
KEPLER (1571-1630)
Her gezegenin yörüngesinin Güneş odak alındığında elips olduğu üzerinde çalışmalar yaptı. 1618 yılında baş yapıtı olan Dünyanın Uyumu adlı beş ciltlik eserini yayımladı.
TANZİMAT SONRASI OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİ
Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinden Tanzimat Fermanı’nın ilanına kadar olan sürede eğitim ve öğretim hayatında medreseler önemli bir yere sahip olmuştur. Medreselerin ilk dönemlerdeki başarılı faaliyetleri, son dönemlerde yerini müspet ilimlerden uzak, deney ve gözleme önem vermeyen ezberci bir yapıya bırakmıştır.
1869 Maarif-i Umumiye Nizamnâmesi ile eğitim sistemindeki sorunlara köklü çözümler bulunmaya çalışılmıştır. Nizamnâme ile İlköğretim (Mekteb-i İptidaî ve Mekteb-i Rüştiye) ,Ortaöğretim (Mekteb-i İdadîye ve Mekteb-i Sultaniye) ve Yüksek öğretim (Dârülfünun) olarak üç kısma ayrılmıştır.
İPTİDAÎ MEKTEPLER: 1
862 yılında 360 sıbyan mektebinden 36 tanesi ibtidai mektep hâline getirilmiş ve bu okullarda yeni usulde eğitim öğretim verilmeye başlanmıştır.
RÜŞTİYELER:
Bugünkü ortaokulların karşılığı olan rüştiye mektebi, II. Mahmut tarafından 1839’da açılmıştır. Kız, erkek ve karma olarak askerî ve özel rüştiye şeklinde açılan rüştiyeler, bütün Osmanlı ülkesine yayılmıştır. 1867 yılına kadar yalnız Müslüman çocuklar rüştiyelerde eğitim görürken bu tarihten itibaren gayrimüslim çocuklar da burada eğitim görmeye başlamıştır.
İDADÎLER:
Bu okullar bugünkü liselerin karşılığıdır ve dört yıllık rüştiyelerin üzerine üç yıl eğitim vermek amacıyla açılmıştır. Tüm Osmanlı vatandaşlarının bu okullarda eğitim alabilmeleri planlanmıştır.
SULTANİLER:
Fransız okulları örnek alınarak açılan bu okulların eğitim öğretim süresi altı yıldı. Bu okullar, Müslüman ve gayrimüslim öğrencilerin birlikte öğrenim görecekleri şekilde planlanmıştır.
DÂRÜLFÜNUN:
Osmanlı Devleti’nde eğitim öğretime şekil vermek amacıyla 1846 yılında faaliyete başlayan Meclis-i Maarif-i Umumiye’nin, Osmanlı Devleti’ne kaliteli memur yetiştirmek amacıyla İstanbul’da bir Dârülfünun açılmıştır. 1933 yılına kadar varlığını sürdüren Dârülfünun, yerini daha sonra İstanbul Üniversitesi’ne bırakmıştır.
DÂRÜLMUALLİMÂT (KIZ ÖĞRETMEN OKULU):
1848 yılında açılan Darü’l Muallimin’den (Erkek Öğretmen Okulu) sonra Maarif-i Umumiye Nizamnâmesi ile - 1870 yılında kız ilkokulları ve kız rüştiyelerine bayan öğretmen yetiştirmek amacıyla Darülmuallimât açılmıştır. Darülmuallimât, Cumhuriyet Dönemi’nde de etkisini sürdürmüştür.
MEKTEB-İ HUKUK:
Hukuk fakültesi olarak açılan okul 1880 yılında Mekteb-i Hukuk-u Şahane adıyla kurulmuştur.
SANAYİ-İ NEFİSE MEKTEBİ:
Osman Hamdi Bey’in 1882 yılında II. Abdülhamit tarafından buraya müdür olarak atanmasıyla kurulan ilk güzel sanatlar okuludur. Resmî adı Mekteb-i Sanayi-i Nefise-i Şahane’dir. 1928 yılında adı Güzel Sanatlar Akademisi olarak değiştirilmiştir.
II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİ’NDE EĞİTİM
II. Abdülhamit Dönemi’nde Maarif-i Umumiye Nezareti bünyesinde her öğretim derecesi için genel müdürlükler ve müfettişlikler oluşturulmuş, her vilayete maarif müdürlüğü ve maarif meclisi açılmıştır.
II. Abdülhamit’in tahta çıkmasıyla birlikte eğitimin her vatandaşın hakkı olduğu ifade edilerek ilköğretim anayasa ile zorunlu hâle getirilmiştir.
İlk kez açılan veya geliştirilen modern eğitim kurumlarından Mülkiye Mektebi, Hukuk Mektebi, Sanayi-i Nefise Mektebi, Gülhane Tababet Tatbikatı Mektebi gibi eğitim kurumları, isimleri değişse de günümüzde varlıklarını devam ettirmiştir.
CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE EĞİTİM VE BİLİM
Mustafa Kemal, Millî Mücadele’nin henüz sonuçlanmadığı bir ortamda Maarif Kongresi’ni (1921) toplayarak Türkiye’nin millî bir eğitim sistemi kurması gerektiğini vurgulamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildikten sonra eğitimin temel hedeflerinin gerçekleştirilmesi ve hedefe ulaşacak eğitim politikalarının tespit edilmesi için 1924-1934 yılları arasında altı defa rapor hazırlatmıştır.
1924 Anayasası’nda ilköğretimin zorunlu ve parasız olduğu karara bağlanmış, bu kararla ilköğretim yaygınlaştırılarak herkesin okuryazar olması için çalışılmıştır.
1933 yılında üniversite reformu yapılmıştır. Bu reform ile birlikte İstanbul Üniversitesi, Yüksek Ziraat Enstitüsü, Orman Fakültesi ve Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi üniversiteler açılmıştır.
Halkın okuma yazma oranını artırmak amacıyla millet mektepleri açılmıştır (1928).
Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu ile bütün okullar Eğitim Bakanlığı’na bağlanmış ve bu sayede eğitim- öğretim birliği sağlanmıştır.
Okuma yazmayı kolaylaştırmak ve okuryazar oranını artırmak amacıyla yeni Türk harfleri kabul edilmiştir (1 Kasım 1928).
Cumhuriyet Dönemi’nde Astronomi çalışmalarında Fatin Gökmen (1877-1955) dikkat çeken isimlerdendir.
Kandilli Gözlemevi’nin kurucusu ve ilk müdürü olan Fatin Gökmen, 1911 yılında Kandilli Gözlemevi’nde ramazanın başlangıcının belirlenmesi konusundaki çalışmaları ile dikkat çekmiştir
Cumhuriyet Dönemi’nde Matematik alanındaki çalışmaları ile öne çıkan Cahit Arf (1910-1997), cebirsel denklemler üzerinde yoğunlaşırken özel hâller problemini çözmüştür.
Cumhuriyet Dönemi’nde Behram Kurşunoğlu, nükleer fizik üzerinde yoğun çalışmalar yapmış ve atom fiziği üzerine çeşitli makaleler yazmıştır.
Orhan Asım Barut (1926-1994) ise matematik, kuramsal fizik, yüksek enerji fiziği ve parçacık fiziği konularındaki çalışmalarıyla tanınmıştır. Protonla ilgili olarak maddenin yapısını, elektron ve nötronlar arasındaki elektromanyetik etkileşimi bağlayan Basit Madde Modeli’ni geliştirmiştir.
Deri hastalıkları üzerinde çalışmalar yapan Prof. Dr. Hulusi Behçet (1889-1948), kendi adıyla anılan Behçet Hastalığı’nı keşfetmiştir.
Tarih Bilimi’nde ise, daha çok Osmanlı
Devleti ile ilgili çalışmalarıyla tanınmış olan ve 25’ten fazla kitap, 300’den
fazla makale ile ömrünü tarih araştırmalarına vakfeden Halil İnalcık (1916-2016) ön plana
çıkmıştır.